Aslında havaalanı binası içinde bisikletlerin yürümesi
alışılmış bir manzara değil, hatta yasak bile olabilir. Ancak, gerçek muhatabını
bulabilse fiziksel şiddet eğilimi gösterebilecek, kayışı sıyrılmış, oyuncağı
kırılmış, en kıymetli tatil planına çomak sokulmuş üç güdümlü genç erkeğin
önüne çıkmıyor kimse. Tabii ki sürmüyorlar bisikletlerini o kadar da değil, ama
neredeyse herkesin nedense ucu ucuna yetişme halinde olduğu bir alanda üç
araçlık bir konvoy oluşturmak pek medeni bir davranış olmadı; hiçbirinin
umurunda değil. Nereye gittiklerini bilmediklerini iddia edemez kimse, ne
yapmaları gerektiğini bilmediklerini söylesem hiçbiriniz inanmazsınız, daha çok
taammüden cinayetten hüküm giymek veya suç önleme timinin saldırısına uğramak
üzere gibi görünüyorlar. Aralarında konuşmuyorlar, sadece havalimanının geniş
koridorunda yolunu değiştirdikleri insanlardan nazikçe özür dileyerek
tasarlanmış adımlarla yürüyorlar. Havaalanının diğer kanadına yaklaştıklarında daha
yaşlıca olan aniden durduruyor diğerlerini, bir fikir veya bir çıkış yolu var
yüzünde. Cebindeki telefonu beyaz bisikletin sahibine (bundan sonra sadece
beyaz olarak anılacak) uzatıyor ve bir telefon zinciri başlıyor. Beş altı
dakika boyunca koridorun tam ortasında geçişe ciddi anlamda engel olarak
bekliyorlar, ikinci konuşmanın sonunda vur emri gelmiş savaş uçağı benzeri bir
manevra ile hemen bulundukları noktada ana koridoru dik kesen daha küçük bir
koridora sapana kadar. Otuz adım ileride Beyaz cam bir kapıyı açıyor, Beyaz ve
Kırmızı, bisikletleri ile içeri giriyorlar. Altın Sarısı (diğerlerine göre daha
yaşlı görünen) bisikleti ile dışarıda
kalıyor ve ilk iş olarak sırtındaki çantayı yere indiriyor. Bu koridor ana
koridora göre çok daha sakin, yalnızca iki üç dakikada bir cam kapılardan
birinden çıkan bir kadın ya da erkek bir diğerine giriyor veya koridorun sonundaki
asansörden inen birileri koridor boyunca yürüyerek kalabalığın akıntısına
kapılıyor. Bu sıradanlığı bozan olaylar şimdiye kadar dikkat etmediğim küçük bir
ayrıntı ile başladı. Önce Altın Sarısı’nın telefonu çaldı, tek kelimelik yanıtı
bir saniyeden kısa sürdü. Hemen sonra çantasının yanına diz çöktü ve daha önce
orada olduğunu görmediğim, çantanın askısına iliştirilmiş küçük bir telsiz ile
kısık denebilecek bir sesle konuşmaya başladı. Kısa satırlarla kısa kesilen
diyalogun sonunda telsizi asılı olduğu yerde bırakarak ayağa kalktı. Zoraki
sayılabilecek bir ilgi ile etrafını incelemeye koyuldu, Beyaz ile Kırmızı’nın
girdikleri cam kapının üzerindeki “aşağıdaki listede adı geçen havayolu
şirketlerinden biri ile uçtuysanız kayıp bavullarınız için lütfen 502 numaralı
odaya gidiniz” yazısını birkaç kez okudu. Asansörden inen güzel bir kadını
koridorun başında kaybolana dek seyretti. Telsizden fısıltı sayılabilecek bir
sesle gelen ikinci bir çağrıya kadar bu döngü iki kez daha yinelendi. Çevik bir
hareketle çantasını sırtına attığında telsizdeki kişinin sözleri henüz
tamamlanmamıştı. Altın Sarısı, bir eliyle telsizin konuşma düğmesini basılı
tutarken diğeri ile bisikletini ensesinden yakaladığı gibi koridorun başına
doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Ana koridoru, hemen herkesi bir an
durdurarak diklemesine kesip, hemen karşısına denk gelen kapıdan dışarı, yeniden
havaalanı otoparkına çıktı. Bacağını
savuracak kadar alan bulur bulmaz bisikletine atladı ve yürümüş oldukları ana
koridorun aksi yönünde sürmeye başladı. On pedal saymadan bisikletleri
kurdukları yere vardı ve yerleri araştırmaya başladı. Giriş kapısının içindeki
çöpe baktı, yeni toplanmıştı. Bisikleti elinde 5 numaralı kapıdan yeniden içeri
girdi.
Daha yarım saat geçmeden şu kazulet kutuyu gönderen genç
adam geri döndü. Umutsuz bir yüz ifadesi ile az önce teslim ettiği kutusundan
kesip çöpe attığımız bagaj fişini bulup bulamayacağımızı soruyordu. İlk
görüşmemizden farklı olarak hatasız ve akıcı konuştuğuna göre önceden
hazırlanmış bir cümleydi duyduğum. Söylediği gibi kutunun sapına yapıştırılmış
“acil yollanacak” etiketini taşımayı zorlaştırdığı için kesip çöpe atmıştık.
Peki şimdi ne yapmalıyım? Etiket konusunda kimse beni bilgilendirmedi, geri
geleceğini bilmiyordum. Etrafa bakınır gibi yaparken etikete bir göz attım, çöp
kutusunda duruyordu; buruşturulmuş bir kağıt yarısını örtmüştü. Ne yapacağıma
karar veremedim, ona yardım etmeli miyim? Önceki direktif doğrultusunda
yaptığım şeyin bu genç adamın işini kolaylaştıracağını pek sanmıyorum, peki ya
şimdi? Şimdi neden yardım edecekmişim? Sesini yeniden duyduğumda irkildim,
fazla oyalanmış olmalıyım. Gülümseyen bir yüzle etiketin olduğu çöp kutusunu
parmağıyla işaret ediyordu. “Tam şu çöpe atmıştınız, bir kez daha göz atarsanız
sevinirim bu bizim için oldukça önemli”. Panik, zaman kazanmak için ellerimi
masada gezdirdim, yanlış bir şey yapmak istemiyordum ve gömleğimin içinden
yalazlanan ısı beni nefessiz bırakarak hareket etmeye zorluyordu. Sonunda
ellerim emrimden çıktı, içgüdüsel bir hareket ile çöpten etiketi alıp bizi
birbirimizden ayıran camdaki küçük deliğe uzattım. Bir an gözleri parıldadı,
yıllardır bu gişede aldığım en içten teşekkürü sundu bana ve gülümseyerek
uzaklaştı. Umarım doğru olanı yapmışımdır, ve şu var ki yaptığım bana kendimi
çok iyi hissettirdi. Dahası kötü biri olmayı hiç istemem, umarım doğru olanı
yapmışımdır.