8 Ağustos 2012 Çarşamba

25.07.2012 İkinci Bölüm


       Aslında havaalanı binası içinde bisikletlerin yürümesi alışılmış bir manzara değil, hatta yasak bile olabilir. Ancak, gerçek muhatabını bulabilse fiziksel şiddet eğilimi gösterebilecek, kayışı sıyrılmış, oyuncağı kırılmış, en kıymetli tatil planına çomak sokulmuş üç güdümlü genç erkeğin önüne çıkmıyor kimse. Tabii ki sürmüyorlar bisikletlerini o kadar da değil, ama neredeyse herkesin nedense ucu ucuna yetişme halinde olduğu bir alanda üç araçlık bir konvoy oluşturmak pek medeni bir davranış olmadı; hiçbirinin umurunda değil. Nereye gittiklerini bilmediklerini iddia edemez kimse, ne yapmaları gerektiğini bilmediklerini söylesem hiçbiriniz inanmazsınız, daha çok taammüden cinayetten hüküm giymek veya suç önleme timinin saldırısına uğramak üzere gibi görünüyorlar. Aralarında konuşmuyorlar, sadece havalimanının geniş koridorunda yolunu değiştirdikleri insanlardan nazikçe özür dileyerek tasarlanmış adımlarla yürüyorlar. Havaalanının diğer kanadına yaklaştıklarında daha yaşlıca olan aniden durduruyor diğerlerini, bir fikir veya bir çıkış yolu var yüzünde. Cebindeki telefonu beyaz bisikletin sahibine (bundan sonra sadece beyaz olarak anılacak) uzatıyor ve bir telefon zinciri başlıyor. Beş altı dakika boyunca koridorun tam ortasında geçişe ciddi anlamda engel olarak bekliyorlar, ikinci konuşmanın sonunda vur emri gelmiş savaş uçağı benzeri bir manevra ile hemen bulundukları noktada ana koridoru dik kesen daha küçük bir koridora sapana kadar. Otuz adım ileride Beyaz cam bir kapıyı açıyor, Beyaz ve Kırmızı, bisikletleri ile içeri giriyorlar. Altın Sarısı (diğerlerine göre daha yaşlı görünen)  bisikleti ile dışarıda kalıyor ve ilk iş olarak sırtındaki çantayı yere indiriyor. Bu koridor ana koridora göre çok daha sakin, yalnızca iki üç dakikada bir cam kapılardan birinden çıkan bir kadın ya da erkek bir diğerine giriyor veya koridorun sonundaki asansörden inen birileri koridor boyunca yürüyerek kalabalığın akıntısına kapılıyor. Bu sıradanlığı bozan olaylar şimdiye kadar dikkat etmediğim küçük bir ayrıntı ile başladı. Önce Altın Sarısı’nın telefonu çaldı, tek kelimelik yanıtı bir saniyeden kısa sürdü. Hemen sonra çantasının yanına diz çöktü ve daha önce orada olduğunu görmediğim, çantanın askısına iliştirilmiş küçük bir telsiz ile kısık denebilecek bir sesle konuşmaya başladı. Kısa satırlarla kısa kesilen diyalogun sonunda telsizi asılı olduğu yerde bırakarak ayağa kalktı. Zoraki sayılabilecek bir ilgi ile etrafını incelemeye koyuldu, Beyaz ile Kırmızı’nın girdikleri cam kapının üzerindeki “aşağıdaki listede adı geçen havayolu şirketlerinden biri ile uçtuysanız kayıp bavullarınız için lütfen 502 numaralı odaya gidiniz” yazısını birkaç kez okudu. Asansörden inen güzel bir kadını koridorun başında kaybolana dek seyretti. Telsizden fısıltı sayılabilecek bir sesle gelen ikinci bir çağrıya kadar bu döngü iki kez daha yinelendi. Çevik bir hareketle çantasını sırtına attığında telsizdeki kişinin sözleri henüz tamamlanmamıştı. Altın Sarısı, bir eliyle telsizin konuşma düğmesini basılı tutarken diğeri ile bisikletini ensesinden yakaladığı gibi koridorun başına doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Ana koridoru, hemen herkesi bir an durdurarak diklemesine kesip, hemen karşısına denk gelen kapıdan dışarı, yeniden havaalanı otoparkına çıktı.  Bacağını savuracak kadar alan bulur bulmaz bisikletine atladı ve yürümüş oldukları ana koridorun aksi yönünde sürmeye başladı. On pedal saymadan bisikletleri kurdukları yere vardı ve yerleri araştırmaya başladı. Giriş kapısının içindeki çöpe baktı, yeni toplanmıştı. Bisikleti elinde 5 numaralı kapıdan yeniden içeri girdi.
    
         Daha yarım saat geçmeden şu kazulet kutuyu gönderen genç adam geri döndü. Umutsuz bir yüz ifadesi ile az önce teslim ettiği kutusundan kesip çöpe attığımız bagaj fişini bulup bulamayacağımızı soruyordu. İlk görüşmemizden farklı olarak hatasız ve akıcı konuştuğuna göre önceden hazırlanmış bir cümleydi duyduğum. Söylediği gibi kutunun sapına yapıştırılmış “acil yollanacak” etiketini taşımayı zorlaştırdığı için kesip çöpe atmıştık. Peki şimdi ne yapmalıyım? Etiket konusunda kimse beni bilgilendirmedi, geri geleceğini bilmiyordum. Etrafa bakınır gibi yaparken etikete bir göz attım, çöp kutusunda duruyordu; buruşturulmuş bir kağıt yarısını örtmüştü. Ne yapacağıma karar veremedim, ona yardım etmeli miyim? Önceki direktif doğrultusunda yaptığım şeyin bu genç adamın işini kolaylaştıracağını pek sanmıyorum, peki ya şimdi? Şimdi neden yardım edecekmişim? Sesini yeniden duyduğumda irkildim, fazla oyalanmış olmalıyım. Gülümseyen bir yüzle etiketin olduğu çöp kutusunu parmağıyla işaret ediyordu. “Tam şu çöpe atmıştınız, bir kez daha göz atarsanız sevinirim bu bizim için oldukça önemli”. Panik, zaman kazanmak için ellerimi masada gezdirdim, yanlış bir şey yapmak istemiyordum ve gömleğimin içinden yalazlanan ısı beni nefessiz bırakarak hareket etmeye zorluyordu. Sonunda ellerim emrimden çıktı, içgüdüsel bir hareket ile çöpten etiketi alıp bizi birbirimizden ayıran camdaki küçük deliğe uzattım. Bir an gözleri parıldadı, yıllardır bu gişede aldığım en içten teşekkürü sundu bana ve gülümseyerek uzaklaştı. Umarım doğru olanı yapmışımdır, ve şu var ki yaptığım bana kendimi çok iyi hissettirdi. Dahası kötü biri olmayı hiç istemem, umarım doğru olanı yapmışımdır. 

1 yorum:

  1. Olgar bence sen "Dark Swedish thriller" kategorisinde muthis kitaplar yazarsin... Gerildim off, devamini bekliyoruz.

    YanıtlaSil