27 Temmuz 2012 Cuma

Les Chocolambules vs. THY

Bu sene hayat okulunun beden talim terbiye dersi biraz sert geçiyor. Aksilik ve talihsizlik adına ucuz bir komedi filminde görebileceğiniz her türlü maskaralık makul bir ritm ile gerçekleşmekte, biz de kimi zaman günü kimi zaman da turun hayatını kurtarmak için türlü cambazlıklar yapmaktayız. Oysa Canım Türk kuşunun bisikletlerimizi teslim alırken sele başına 30 avro fidye istemesi sadece küçük bir şımarıklık, ücreti mukabilinde aşılabilecek alçak bir engel gibi görünmüştü. Bunun hemen arkasında canımıza okumaya and içmiş vaziyette sıraya girmiş kara kedileri o an görmemize olanak yoktu. Şu anda zaman çizelgemizde olmak istediğimiz yerde sağ ve sağlıklı bir haldeyiz endişeniz olmasın, ama şu an bize nelere mal oldu kısaca özetleyeyim.
Her şeyi Türk Hava Yolları başlattı, öfkemizin odağında da halen o ve ihtişamlı filosu duruyor. İki yıldır bisikletlerimizi sağa sola ücretsiz uçurduğu ve kabul, sunduğu hizmetin kalitesi nedeniyle tercih ettiğimiz milli kuş, bu sene bisiklet başına 30 avro taşıma ücreti istedi. Bunun üzerine biz, satış görevlisi, süpervizör, müşteri hizmetleri basamakları ile kıdem zincirini adım adım tırmandık, 90 avromuzu verip bir "şikayetiniz bize ulaştı" e-postasıyla yolumuza devam ettik. Bu noktada söylenmesi gereken birkaç şey var. Twitter'daki beyanımı düzeltiyorum, THY Fransa Turu'na sponsor olmamış sadece reklam vermiş. Neden bir havayolu firması bir bisiklet yarışına reklam verir? Sadece çok izlene uluslararası bir organizasyon olduğu için mi? Veya şirket felsefesi çerçevesinde bisiklet sporunu desteklediği ve insanları bu spora teşvik etmek gibi kutlu bir amaca hizmet etmek istediği için mi? Çünkü eğer bu kurum bisiklet ve ilintili yaşam biçimini destekliyor ise yola çıkış noktası verdiği hizmette bisikletlere bir kıyak geçmek olmamalı mı? Neyse, bu tartışma eğer THY bisikletlerimizi bizimle birlikte Basel'e getirebilseydi sürdürülebilirdi ama kuş, daha güçlü bir yumruk attı ve biz ne diyeceğimizi unuttuk.

Normalden büyük bagajların verildiği bantın kepengi yavaş yavaş kapanırken içimizdeki şüphe (tazecik edindiğimiz güvensizlik neticesinde) korku ve öfkeye dönüştü. Fazla paniklemedik, sonuçta havalimanı gibi karmakarışık yerlerde bu tip aksilikler olabilirdi. Sadece bizim bir an önce Cenevre'ye giden treni yakalayıp yarın sabah da buradan pedal basmamız gerekiyordu. Hemen kayıp/bulundu ofisine başvurduk ve durum resmileşti. Türk hava yollarından "hacı burada 3 tane bisiklet kalmış kimin la bunlar?" temalı bir mesaj almışlardı. Derya Hanım'ın yardımlarıyla gerekli kişilere normal bürokrasi işleyişinden hafifçe daha süratli bir şekilde ulaşıp gerekli evrakları doldurduk ve bisikletlerimizi doğrudan Cenevre'ye yollamalarını istedik. Bize bu operasyon boyunca çok yardımı dokunan Hale Hanım sayesinde de (evet herkes Türk bu arada..) başvuruları telefonla perçinledik. Aksiliğin sindirimi devam ederken öfkemiz ve zihinsel yorgunluk yerini yeniden turun kalan hevesine bıraktı. Cenevre'ye doğru planladığımız gibi trene bindik, tek eksiğimiz bisiketlerimiz olarak. Şimdilik her şey yolunda görünüyordu. Sabah Cenevre'yi turkadık ve 08:15 uçağından 10:25'te inecek olan bisikletlerimizi almak üzere havalimanına gittik. Dramatik bir kavuşma sahnesini takiben havalimanı otoparkında çantalarımızı açtık, kat kat ambalaj ve süngerleri söktük ve türk hava yollarının macera filmlerinde devam filmini müjdeleyen final hareketi ile burun buruna geldik..

1 yorum: