30 Temmuz 2012 Pazartesi

Saarbruecken. Altıncı günün sabahı. Kendime geldiğimde saat 9'a geliyordu. Çağrı yeni uyanmıştı, Deniz ise bir saat kadar önce kalkmış son 15 dakikadır da bizim doğal yollarla uyanabilmemiz için küçük gürültücükler yapıyordu(muş). Daha sonra anlatacağım ve muhtemelen o haliyle bisiklet tarihine geçecek sürüş sonrası otelimize ancak geceyarısı varabilmiştik. Bugünkü etap (saarbruecken-luksembubrg) dünkü kadar uzun değil, ne var ki şimdiye kadar hiçbir etap google earth ekranında saydığımız mesafede çıkmadığından temkinli davranmakta fayda var. Pedal bastığımızda saat 12'ye geliyordu. Otelin önündeki ana yolu batıya doğru takip edip bir kaç cadde geçtikten sonra kanala vardık. Burada bulmayı umduğumuz kanal (ya da nehir o kadar istemeye istemeye akıyor ki buna karar vermek zor) boyu bisiklet yolu bütün doğal güzellikleri ve sevimli yeşil yol tabelaları ile bizi bekliyordu. Biraz ısındıktan sonra yaklaşık 25 km/saatlik bir ritm ile ilk geçeceğimiz kasaba olan Völklingene ulaştık. Hava son iki gündür serinledi, rüzgarlık niyetine kullandığımız yağmurluklarımıza (quechua, decathlon istanbul) her geçen gün daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Bu sabah da uzun kollu ile başladık, karşıdan bizi durdurmak için yola çıkmış rüzgar, terli bağırda çıplak sırta değen buzluk kapağı etkisi yaratmaya başladığında da yağmurluğumuzu giydik. Turun başında, ya esmediğinden ya da bizi arkamızdan ittirdiğinden varlığından habersiz olduğumuz rüzgar son iki gündür hızımıza kastetti. O kadar ki, kimi zaman dik bir yokuşun başında bir ağaçlığın arasına saklanıp tam eğimle cebelleşirken karşıdan yükleniveriyor. Nadiren de 50 km hızla, kazandığımız rakımları bozdururken sinsice yandan vurup bizi yolun dışına atmaya çalışıyor. Bizim roller coaster adını verdiğimiz seri in-çık tepeler rüzgarın bize karşı bilinçli ve organize saldırdığının son ispatı. İhlas sauna eşofmanı etkili yağmurluk içinde yokuş çıkarken ter içinde kalıp tam tepede ayazı yedirmek, bununla da kalmayıp söz konusu yokuşu takip eden inişte tam anlamıyla bir air bag işlevi görüp buz gibi soğuttuğu teri gözeneklerimize geri iteklemek aynı rüzgarın marifetleri. Rüzgarın bütün bu çabalarına rağmen ikinci durağımız olan Saarlouis'e bir saat içinde vardık. Bunu takiben de sırasıyla Beckingen ve Meltzig'e ulaşıp bu sonuncunda kazınan midemizi bir cizburger ile susturduk (McDonald's Türkiye'den daha ucuz..) yolun bundan sonrasına karar vermek biraz vaktimizi aldı, iki tırmanış seçeneğinden en çok işimize gelene karar verip nehirden (kanaldı az önce?) ayrıldık. Burada nehrin neredeyse kendi üzerine denebilecek kadar ince bir dönüş yapıp anakaradan yaklaşık 5 km. lik bir appandis oluşturması da, bu tuzağa düşmemek için harcadığımız çaba açısından bahsetmeye değer. Nehirden ve çok sevdiğimiz dümdüz ve araba tacizinden muaf bisiklet yolunun güvencesi ortadannkalkar kalkmaz yokuşun biri çullandı üzerimize. 3 kilometrede yaklaşık 200 metre tırmandıktan sonra kuralmış gibi yine dibe indirip handiyse merdiven dayayabileceğiniz diklikte ikinci bir tane daha verdi. İki yokuş (ve bunların zirvelerindeki iki kasaba) arasında konuştuğumuz muhtar görünümlü amcanın bizi uyardığı gibi. Yokuşları bitirdiğimizde iyice acıkmış ve yorulmuştuk, Nohn isimli ilk zirve kasabasinda yiyecek zırnık yoktu ve umutlar ikinci yokuşun sonuna ertelenmişti. Tezek kokuları arasında iştahımızı korumaya çalışarak (ama ne tezek, artık ne verdilerse o hayvana..) tırmandık. Ulaşmaya çalıştığımız Remich isimli şehir yolun son çeyreğinde ve yaklaşık 20 kilometre uzağımızdaydı. Remich sapağına dönmeden hemen önce bir ara sokakta bir pub hayatımız kurtarmakla kalmadı, nadiren tanıklık ettiğimiz lezzette bir yemek koydu önümüze. Saat 17:20'de yemeğe koyulduk, porsiyonlar normalde de öksüz doyuran mıydı, yoksa halimize mi acıdılar bilmiyorum ama damağımızı çatlatan yemek günün kalan kilometreleri için bir sabotaj kimliği kazandığında bunu hiç önemsemedik. önce bir salata tabağı geldi, soslu kıvırcık salata, börülce-fasülye arası bir baklagilin zeytinyağlı hali (yemekleri Deniz'e mi yazdırsam?) somon, bir parça sürülse de olur ama kaşıklanır da sos gibi ama güzel (??) ve yağa sanki bir gösterilmiş gibi lahana rendesi vardı içinde. Bunun peşinden Deniz ve Çağrı'ya 300'er gramlık görkemli bir et (üzeri peynir kaplıydı) bana da koyu kahve bir sos içinde şinitzel geldi. Almanya'dan çıkmadan şinitzel yenmeliydi zira. Yemegin şanına yarım saat biçtiğimiz aramızı bir saate tamamlayıp pub'daki bütün çakırkeyiflerden yol hakkında yalan yanlış bilgiler ile yeniden pedala bastık. Remich yolu keyifliydi ancak kalp kanı kaslara mı yoksa panama kanalından transatlantik geçirmeye çalışan sindirim sistemine mi yollayacağına karar veremiyordu. Kendimizi çok zorlamadan Remich'e inen tepenin zirvesine tırmandık, buradan bir bisiklet yolu bulup tepenin batı yönündeki eteğinden indik ve devlet sınırı olduğunu öğrendiğinden beri daha kabarık akan bir nehire kurulmuş büyükçe bir köprüden Luxembourg'a girdik (devlet olan). Remich şehri içinden başlayan tırmanış 3 sert etapta ancak sona erdi ve rüzgara yokuşa ve yokuşta sık sık geri gelen şinitzele aldırmadan gün ışığı ile otelimize girdik.
Bütün bunlar bugün olanlar, daha bugün ve önceki günlerle ilgili ankatmak istediğim çok sey var ama etaplar izin vermiyor. Teknik bir sorundan ötürü (bence apple şımarıklığı) blog'umuza resim de koyamıyoruz. Fotoğrafları Çağrı'nın facebook'undaki gruptan takip edebilirsiniz. Yarın Belçika'ya giriyoruz ve Dinant'a gidiyoruz. 130 kilometrelik bir etap. Var mı artıran?

2 yorum:

  1. Pedal çevirmeyi bırakmayın. "Il faut toujours mouliner"

    Kolay gelsin!

    Sevgiler
    Sarper Günsal 115

    YanıtlaSil
  2. "Her yokuşta sık sık geri gelen şinitzel" :)) Zaten sevmem her gordugumde aklima gelecek simdi :)))

    YanıtlaSil