28 Temmuz 2012 Cumartesi

Üçüncü yol akşamı: Freiburg

Freiburg. akşam. İç mekan, aydınlık bir otel odası. Bir tanesi ikili diğeri tekli iki geniş yatak, üzerlerinde biri bisiklet taytlı diğeri şortlu 30'lu yaşların başında iki adam ayaklarını birer ayak uzatma yastığı (daha sarışın gibi olanın fikrine göre tao'cu yastığı) üzerine uzatmış yatıyorlar. Aynı yaşlarda üçüncü bir adam banyo olduğunu tahmin ettiğimiz bir odadan çıkıyor. Diğer ikisinin aksine yüzü gözü temiz, gözleri tam açık. Duştan çıkan yatağa oturur, bu sırada yatmakta olan daha sarışın gibi olan adam kalkıp banyoya gider. Duştan çıkan ayaklarını kurularken baldırının arkasındaki yaklaşık 20 cm. lik, bir bisikletin çarkından bulaşmış yağ lekesi olduğunu düşündüğümüz izi görüp küfreder. Yatakta halen yatmakta olan, kucağına koymuş olduğu ipad'de yazı yazmaktadır. Sarışın gibi olan hızlıca duştan çıkar ve "hadi abi duşa gir, çok açım" der. "Şu bacağının arkasındaki yağ lekesini de sil, bir yerlere bulaşacak". Yatmakta olan yavaşça doğrulurken duştan ilk çıkan "bende de varmış ondan" der. Hava hala aydınlıkken şehre girebilmiş olmak, üçünün de çok garibine gitmekte ve gerçek değilmiş gibi görünmektedir.

Freiburg. Dış mekan. Izgara sosisçinin önündeki 3 ahşap masadan birinde otel odasından tanıdığmız 3 kişi oturuyor. Bitkin görünüyorlar ancak yüzlerinde oyundan yorulmuş çocuk ifadesi var. Biri hariç. Sarışın gibi olanın yüzünde katıksız bir acı ifadesi açıkça izlenebiliyor. Nefes alıp vermesi düzensiz. Ağlamaktan kurumuş gibi görünen kısık gözlerinin çevresi yumruk yemiş gibi kıpkırmızı. Gözeneklerinden ter boşanıyor, sanki terlemiyor da daha çok cildi su sızdırıyor gibi. Yanaklarından ve solungaç gibi açılıp kapanan burun deliklerinin kenarlarındaki oluklardan su yolu halinde akıp göğsüne damlıyor. Alnındaki damarlar belirginleşmiş hatta dikkatli bir göz bir tanesinde nabız bile sayabilir. Görebilseydik eğer, göz bebeklerinin daha fazla açılamayacağını söylerdik. İlk bakışta çok sevdiği bir yakınını kaybetmiş gibi ya da tarifsiz bir acıyla kıvranıyor, bunu tahmin etmek kolay değil.

Bugün toplam 73 km.lik bir sürüş sonunda Freiburg kasabasına geldik. Basel-Freiburg yolunun neredeyse tamamında bisiklet için ayrılmış, araç trafiğinden tamamen bağımsız bir yan yol bulunduğundan sürüşümüz genel anlamda çayıra salınmış yavru köpek coşkusuyla geçti. Günün son 15. kilometresinde Deniz havada yarım salto ve yarım ters flöre hareketiyle büyük beğeni topladı. Ucuz atlatılmış bu kazadan sıyrıksız kurtulan arkadaşımızı çömez bir ortopedi asistanı, kıdemlisine bile danışmadan yumuşak doku kontüzyonu şeklinde gönderirdi. Freiburg içinde bisiklet konvoyları eşliğinde yapılan kısa bir sürüş sonunda otelimize yerleştik, hızlıca aldığımız duşlar sonucunda yeniden insan görünümü kazanıp dışarı çıktık. Turun başından beri ilk kez hava hala aydınlıktı ve ilk kez sıcak yemek yeme olanağımız vardı.

Freiburg fazla kalabalık olmayan (belki herkes tatildedir?) büyükçe bir şehir. Merkezdeki eski şehrin çevresindeki katmanlar yeni kesilmiş bir ağaç kütüğü gibi seçilebiliyor. En dıştaki katmanlarda sanayii bölgeleri ve yeni apartmanlar yükseliyor. Eski şehrin Hansel ile Gratel masalından farkı yok, upuzun sivri çatıların altında maket gibi rengarenk evler arnavut kaldırımı yollarla irili ufaklı labirentler oluşturuyor. Bütün bu evler öğretmenlerinin etrafına dolanmış ilkokul çocukları gibi iki devasa katedralin çevrsine sıkış tepiş dizilmişler.
Şehirde her köşe başında onlarca bisikletin yuvalandığı geniş bisiklet park yerleri ve sayamayacağınız kadar çok bisiket var.

Yemeğe güdümlenmiş zihinlerimizin algılayanildiği kadarıyla eski şehrin merkezini turlayıp dünyaca ünlu körili sosis tarifinin iyi icra edildiğini düşündüğümüz mütevazi bir ayaküstücüye girdik. İkişer sosis ve 'Freiburgen' biralarımızı beklerken Deniz ve Çağrı kökleri ta Emine ana tantuni'nin eski zamanlarına dayanan arkaik bir tazyik yarışına girdiler. Duvarda sosislerin domates sosunun ne kadar acı olanileceğine dair bilimsel görünümlü bir çizelge vardı. Scoville acı ünitesinde 1'den 9'a kadar uzanan (ve hatta 9 numaranın 'Sir Insanity' adı ile anıldığı) ve her birinin scoville birimi yazan bu aslen uyarı yazısı, Deniz ile Çağrı arasında kısa süreli bir açık arttırmaya neden oldu. Sonuçta ihale Deniz'e kaldı ve 300.000 Scoville değerinde (Sgt. Maniac) sosis Deniz'in önüne gelirken, Çağrı 50.000 Scoville (Dr. Hot) ile salondan ayrıldı. Deniz'in ağzına bir sosis parçası atmasını takip eden olayları ben de ancak şu an bir araya getirebliyorum.

Yaklaşık bir saniye kıpırtısız kaldı. Sonra yutkundu ve ardından bir yudum bira içti. Birayı masaya koymadan iki büyük yudum daha aldı. Bu sırada yüzü kızarmaya ve kafası hafifçe büyümeye başladı (hayır bana öyle geldiğini sanmıyorum). Neden sonra ayağa kalktı, gözleri hafifçe yaşlıydı, yanlış bir şey söylemiş olabilir miyiz diye birbirimize baktık. Birasını ve sosis tabağını da alıp kapı önünde aşikar kalkma hazırlığındaki bir kadının masasına koydu. Dışarıda masa boşalmasını beklediğimizden onu takip edip ayağa kalktım. Tam bu sırada sosislerini bıraktı ve bana doğru bir kaç adım attı. Konuşamadı, ama ben onun yardım çığlığını duymuştum. Yaşlı gözleri ve devasa göz bebekleri kurtar beni diye bağırıyordu. Ama bir neden yoktu bunların olması için, tanımadığım bir düşmana karşı savaşamazdım, veteriner veya çocuk doktoru da değildim bana derdini söylemeli şuram ağrıyor demeliydi. Deniz bugün bir düşüş yaşamıştı ve ufak da olsa ağrıları vardı bunu biliyordum ama hiçbiri karşımda içine patlamakta olan bu adamın görüntüsü kadar şiddetli olamazdı. Sonra Deniz'e bir dolaştıran geldi. Dükkanın önünde ileri geri gidip gelmeye başladı ancak halen konuşmuyordu. Yaklaşık 5 dakika sonra yanımıza gelip yeniden oturduğunda, sorunun hemen az önce ağzına atmış bulunduğu sosis olduğunu öğrendik.

Şimdilik bu kadar, ilk iki günün yazıları yazı işlerinde, yarına yetişir diyorlar...

Olgar

1 yorum:

  1. :)) Olgar alemsin, arkadasin aci cekerken sen bizi gulduruyorsun... Yogurt yok muydu be cocum !

    YanıtlaSil